4 Mayıs 2011

ATSIZ


1905-1975 yılları arasında yer küresinde Atsız adlı bir yiğit yaşadı. Tarihin derinliklerinden kopup gelen bir ruh 1905’te maddeye bürünüp Hüseyin Nihal oldu. Türk kavramı Hüseyin Nihal’in bedeninde büyüdü, olgunlaştı; Türk ülküsüne dönüştü. Atsız, Türk ülküsünü yazdı, anlattı, yaşadı.Atsız bir tarihçi idi; tarihin içinde yaşamış bir tarihçi. Tanrıkut Motun’un ordusunda bir er, İlteriş Kağan’ın ordusunda bir bağımsızlık savaşçısı, İkinci Murad’ın sarayında bir Oğuz bilicisi idi. O tarihçi değil, tarihin kendisi idi.Atsız romanlar yazdı. Kür Şad’ı, Urungu’yu, Deli Kurt’u, Burkay’ı, Şeref’i, Selim Pusat’ı yazdı. Onlarla yürüdü, at bindi, kılıç salladı, tartıştı. Roman diye yazılanlar zamana karıldı, zamanla birlikte akmaya devam ediyor; destana çevrildi, destanlar gibi kat kat olup yayılıyor. Atsız destancı değil, destanın kendisi idi. Şiirler yazdı; şiire ruhunun, ülküsünün damgasını vurdu. Şiire, edebiyata sevdalandı; onlarla kanatlandı. Toprağı, maziyi, ülküyü, kahramanlığı, kaderi şiirleştirdi. Atsız bir şair değildi, şiirin kendisi idi.Ülküyü söyledi, ülküyü yazdı, ülküyü yaşadı. Destanlar çağından kapıp geldi ülküyü, nazlı bir sevgili dedi ona ve nazlı yüzünü bize de gösterdi. Sonra sevgilisini alıp destanlara karıştı. Ülkü, destan; Atsız, ülkü oldu; ülkünün kendisi oldu.Atsız diyor ki:“Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir.” “Millî ülküler toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de aykırılıkları yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip hâline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır.”“Ülkü ilk önce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliklerinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.” “Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.”“Türkiye’deki insanlar ‘Türkiye halkı’ olarak anıldığı zaman yalnız çalışıp kazanan, şuraya buraya giden, oturan ve eğlenen bir yığın akla gelir. Aynı insanlar ‘Türk milleti’ olarak ele alınınca geçmiş yüzyıllardan kopup gelen, zafer ve kültür yaratıcısı olan, gelecek için ülküsü bulunan, bunun için savaşa varıncaya kadar her fedakârlığı göze alan güçlü bir topluluk söz konusudur.” “Bir ülkünün çerçevesinde toplanmak ve onun için ölümü bile göze alarak savaşmak ne güzel şeydir!” “Bugünkü kaba maddecilik arasında Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman o yine parlayacaktır.”* * *Yurt ve şeref uğrunda sen seril de toprağaVarsın hiçbir dudakta anılmasın er adın!Kan sızarak göğsünden huzuruna varıncaIstırabı dinecek belki o gün Kür Şad’ınProf. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
KAHRAMANLIK
Kahramanlık ne yanlız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldız gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: Saldırıp bir daha dönmemektir.
.
Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Kosar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.
.
Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın altında gizlidir bir karanlık;
Adsız şansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir
.
Kahramanlık ne yanlız bir yükseliş demektir.
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...
.
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ
...
11 Aralık 1975 Perşembe Günü ani bir kalp krizi ile ebediyete intikal eden Hüseyin Nihal Atsız , 12 Ocak 1905 ( 12 Kânun-i sâni 1905 ) tarihinde İstanbul`da doğmuştur.Atsız Bey`in babası Gümüşhane`nin Torul/Dorul kazasının Midi köyünün Çiftçi-oğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon`un Kadı-oğullaı ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey`in kızı Fatma Zehra Hanım`dır.Atsız Bey`in ailesi, Gümüşhane`nin Torul/Dorul kazasının Midi köyünde Çiftçi-oğulları adı ile bilinmektedir. Çiftçi-oğulları, Midi Köyünde 18. asrın sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göçmüşlerdir.Çiftçi-oğulları ailesinin tesbit edilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağa`dır. Ahmet Ağa`nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa`nın çocukları Midi`den, Yozgat`ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa`nın evladı olup olmadığı bilinmemektedir.Ahmet Ağa`nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832 - 1894 ) ışe 1850-1852 şıralarında Deniz eri olarak Istanbul`a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanması (Dönanma-yı Hümayün) 'da kalmış ve makina önyüzbaşlığına ( çarkçı ( -Makine) Kölağalığı )'na terfi etmiştir.Hüseyin Ağa`nın eşi Emine Hayriye Hanım`dır. Iki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmet Nail Bey ( 1877- 1944 ). Mehmet Nail Bey de Osmanlı Donanması`na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığı`ndan emekli olmuştur.Mehmet Nail Bey`ın ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım ( 1884 - 1930 )'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı ( Bahrıye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfıka Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzon`lu ölüp ailesi Kadı-oğulları namı ile marüfdür.Mehmet Nail Bey`ın ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905`de Hüseyin Nihal (Atsız), 1 Mayıs 1910'da Ahmet Nejdet (Sancar) ve Aralık 1912`de Fatma Nezıhe (Çiftçioğlu).1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden evlenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra`dır. İkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir kızı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçinememış ve iki yıl sonra ayrılmıştır.İlk ve Ortaöğreniminı Kadıköy`dekı Fransız ve Alman okullarında (1911), babası Mehmed Nail Bey`ın Kızıldeniz`dekı görevinden ötürü Süveyş`de bir Fransız İlkokulu`nda birkaç ay (1911), Kasımpaşa`dakı Cezayirli Gazi Haşan Paşa İlk Mektebi, Haydarpaşa`dakı Hususi Osman İttihad İlk Mektebi Kadıköy Sultanisi ve İstanbul Sultanisi'nde yapmıştır.İlkokula 6 yaşında iken, Kadıköy`dekı Fransız okulunda, Latin harfli öğretim ile başlayan Atsız`a göre Bu okulda dersten çok oyun ve şarkı vardı. Buna rağmen, dil bilmeyip derdini anlatamaması yüzünden Bu okulda çok sıkılmakta idi. bir gün, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğu Atsız'ın kafaşını duvara vurmuş ve Atsız'ın yarılan kafauından kanlar akmauı üzerine de, bağıra çağıra suçünu İstavri adlı bir başka Rum çocuğunun üzerine atmış, bünün üzerine İstavri, derste iki dizi üzerine çöktürülüp, dizlerinin altına da, daha çok acı çeksin dıye, bir cetvel konarak, ders sonuna kadar cezalandırılmıştır. Bu haksızlık küçük Atsız`ın çocuk ruhunda fırtınalar yaratmış ve Atsız "şu mektep yansa da kurtulsam" diye içinden bedduada bulunmuştur. bir müddet sonra bir gece, tesadüfen çıkan bir yangında Fransız Mektebi yanınca Küçük Atsız istemediği Bu mektepten kurtulmuş, fakat Bu sefer de Latin harfleri ile öğretim yapan başka bir okula, Alman Mektebi`ne verilmiştir.Bir müddet sonra, Kızıldenız`de bulunan Malatya Gambotunun süvarisi olan babası Mehmed Nail Bey`in yanına giden Atsız, Türk-İtalyan şavaşının çıkması üzerine Mehmed Nail Bey`ın Osmanlı Bahriye Nezareti`nde Süveyş`e sığınması emrini alması ile, Süveyş sokaklarında İtalyan çocukları ile döğüşmesi, Atsız`ın milliyetçi mücadelesinin ilk örneklerindendir.Babasının İstanbul'a dönme emrini alması ile İstanbul`a gelen Atsız, Kasımpaşa`dakı Cezayirli Gazi Hasan Paşa mektebine kaydolmuş ve Arap harfleri ile öğrenime başlamıştır. Ailesinin Kasımpaşa`dan Kadıköy`e taşınması ile Hususi Osmanlı İttihad Mektebı`nde öğrenimine devam eden Atsız, babasının önyüzbaşı ( Kölağaşı ) olarak Birinci Cıhan Harbi`ne gitmesi yüzünden Hususi Osmanlı İttihad Mektebi`nden Kadıköy Sultanisi`nın rüştıye ( ortaokul ) kısmında öğrenimine devam etmiştir. Buradan da İstanbul Sultanisi`ne geçen Atsız, 1922 tarihinde lise öğrenimini tamamlamıştır.1922 yılında imtihanla Askeri Tıbbıye`ye girmiştir.O yıllarda Tıbbıye`de kömünistlik ve bir takim azınlık milliyetçiliği güden öğrenciler vardı. Bu öğrenciler ile Türk öğrenciler arasında sık sık tartışmalar olur, Bu tartışmalar arasıra da yumruk kavgasına dönerdi. Bu kavgaların içinde Atsız da ölürdü. Bu yüzden birçok defa disiplin ve hapis cezası almıştır. Zıya Gökalp`in cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı, Türk öğrenciler ile diğer öğrenciler arasında çıkan bir kavga sonuçunda, Atsız`a gayet ağır bir ceza verilmiştir. Bu ceza, öğrenciliği sırasında işleyeceğı herhangibir suç neticesinde Atsız`ın Askeri Tıbbıye`den çıkarılacağıdır.Atsız, Askeri Tıbbıye`nın 3. sınıfında iken, Arap asıllı olduğu için Bağdatlı Mesud Süreyya Efendi adlı bir mülazım (Teğmen`ın) kasdi bir şekilde lüzumsuz bir yerde istediği selamı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde Askerı Tıbbıye`den çıkarılmıştır.Bu hadiseden sonra üç ay Kabataş Lısesi`nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları`nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda katip muavini olarak vazife görmüş ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yapmıştır.1926 yılında İstanbul Darülfününü'nün Edebiyat Fakültesi`nin Edebiyat Bölümü`ne ve İstanbul Darülfününü`nün yatılı kısmı olan Yüksek Müallim Mektebı`ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil ısteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak (28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927) İstanbul`da Taşkışla`da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı "Anadolu`da Türklere ait yer isimleri" adlı makalelerinin Türkiyat Mecmuası`nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülü`nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmı`nın divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmış ( Divan-ı Türk-ı Basit, Gramer ve Lügatı, 1930, 111 s. Türkıyat Enstıtüsü Mezuniyet Tezi, nu. 82) ve aynı yıl Edebiyat Fakültesi`nden mezun olmuştur. Atsız`ın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoglu, Ziya Karamuk, Orhan Şaik Gökyay, Pertev Naili Boratav, Nihad Şami Banarlı gibi isimleri sayabiliriz.Mezuniyetini müteakıp Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Maarif Vekaleti nezdinde Atsız için tavussutta bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu`nu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecbüri hizmetini affettirmiş ve Atsız`ı kendisine asistan almıştır. ( 25 Ocak 1931 )Atsız, 15 Mayıs 1931`den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua`yı (toplam 17 sayı) çıkarmıştır. M. Fuad Köprülü, Zeki V. Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de dahil bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu "Türkçü ve Köycü" dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, adeta Cumhuriyet devri Türkçülüğü`nün öncüsü olmuştur. Atsız, kendisini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihal) imzası ile, hikayelerini de (Y.D.) imzası ile, bu dergıde neşre başlamıştır.1931 yılında Darülfünün`ün Felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiştir ( Ocak 1931). Ocak 1933`den itibaren eşi ile ayrı yaşayan Atsız, 1935 yılında Mehpare Hanım`dan ayrılmıştır.1932 Temmuz`unda Ankara`da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, ilmi olmayan bir tarih tezine karşı çıkan Prof. Dr. Zekı Velidi Togan`a Dr. Reşid Galip`in yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) `ında bulunduğu sekiz arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib`e "Zekı Velidi`nin talebesi olmakla iftihar ederiz" diye bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine mimlenmıştır.İstanbul Darülfününü`nda Edebiyat Fakültesi`nın dekanı olan Prof. Dr. M. Fuad Köprülü ile umumi Türk Tarihi profesörü Zeki Velidi Togan, Ankara`nın inanmadıkları tarih tezini yıkmak için anlaşmışlardı. Fakat Köprülü, Zeki Velidi`ye yapılan pek ağır tenkidi görünce, daha önce verdiği karardan caymış ve Ankara`nın tarih tezi aleyhine hazırladığı konuşmasını yapmamış ayrıca Zeki Velidi ve Atsız gibi muhalıf olmadığını göstermek için de asistanı olan Atsız`ı ünıversiteden çıkaracağını vaad etmiştir. Köprülü, Atsız`a üniversiteden atılacağını, kendisinin daha önce davranıp liselerden birinde hoca olmasını tavsiye edince Atsız, hocası ve amiri olan Köprülü ile yaptığı şiddetli bir münakaşadan sonra vazifesinde kalıp mücadelesine devam etmiştir. 19 Eylül 1932`de Dr. Reşid Galip Maarif Vekili olmuş ve kısa bir süre sonra da Edebiyat Fakültesi Dekanlığı`na vekaleten bakan Ali Muzaffer Bey asaleten tayin edilmiştir.Atsız`ı ünıversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsız`ın Atsız Mecmua`nın 17. sayısındaki "Darülfünün`ün kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi" adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve Edebiyat Fakültesi Dekanı kanuni hiç bir sebeb yok iken Atsız`ın üniversite asistanlığına son vermiştir (13 Mart 1933). Ünıverşiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesi Dekanı`nı Tokatlıyan`dakı bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız`a bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir.Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız (Mart 1933) Malatya Orta Okulu`na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir.Malatya`da kısa bir müddet (8 Nisan 1933 - 31 Temmüz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi Edebiyat öğretmenliği`ne tayin edilmiştir.Atsız`ın Edirne`deki Edebiyat öğretmenliği de hemen hemen dört ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir (11 Eylül 1933 - 28 Aralık 1933).Edirne`de iken Atsız Mecmua`nın devamı mahiyetindekı "Aylık Türkçü Derğı" olan Orhun (5 Kaşım 1933 - 16 Temmüz 1934, sayı 1-9 ) Dergisi`ni yayınlayan Atsız, dergide Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde tenkit ettiği için vekalet emrine alınmış, (28 Aralık 1933), 9. sayısında da Orhun , Bakanlar Kurulu kararı ile, kapatılmıştır.Dokuz ay vekalet emrinde kalan Atsız, Kasımpaşa`dakı Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`na Türkçe öğretmenı ölarak tayin olmuştur (9 Eylül 1934).27 Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım (Atsız) ile evlenen Atsız`ın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur.1 Aralık 1913 tarihinde İzmir`de doğan Bedriye Hanım`ın ailesi Raşit Kadı-zedeler diye tanınmaktadır. Babası asker olan Bedriye Hanım`ın tesbit edilen ecdadının hepsi ilmiye sınıfına mensup olup, Kadı`dadır.İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü`nden 1935 yılında mezun olan Bedriye Hanım, Osman Sabit Bey`in üç kızından ikincisidir. Ablası Bedia Hanım (doğumu 1909) dört çocuk sahibidir. Edebiyat Fakültesi`nin Türk Dılı ve Edebiyatı Bölümü`nden mezun olan (1939) küçük kardeşi merhume Behiçe Hanım ( doğumu 1915 - ölümü 1967 ) ise Prof. Dr. Mehmet Kaplan`ın eşi idi. Behiçe ve Mehmet Kaplan`ın çocukları olmamıştır. Behiçe Hanım babasının Birinci Cihan savaşında, Kafkas cephesinde, vefatından sonra doğmuştur.Atsız Bey, çok üzün müddetten beridır ayrı yaşadığı ikinci eşi Bedriye Atsız`dan da Mart 1975 tarihinde böşanmıştır.Atsız. Kasımpaşa`dakı Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`nda Türkçe öğretmenı olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmüz 1938 yılında bu vazifesinden ıhraç edilmiştir.Atsız`ın bu okuldan ıhraç edılmesinın sebebi de yine azınlık meselesi yüzündendir. Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`nun yönetmeliğine göre, Türk olmuyanlar okula öğrenci olarak alınamazdı. Yenı öğrencileri imtihan eden komisyonda üye olan Atsız, sorduğu sorularla adaylardan Türk asıllı olmuyanları tesbit etmekte ve öğrenci olarak okula alınamayan bu adaylar yüzünden de etrafındaki düşmanlar çoğalmakta idi. Deniz Gedikli Hazırlama Okulu`nun 1937-1938 yıllarındaki müdürü Arnavut asıllı idi. Arnavut asıllı müdür, Atsız`ı imtihan komisyonundan çıkarmış ve böylece okula Türk olmayan öğrenciler de alınmıştır. Bu hadise üzerine Arnavut asıllı müdüre selam vermeyen Atsız, müdürün Mıllı Savunma Bakanlığı`na yazdığı bir yazı sonucunda bu okuldakı vazifesinden ihraç edilmiştir.Bünün üzerine Atsız, Özel Yüce-Ülkü Lisesi`ndeki öğretmenliğine devam etmiştir.1937 yılından 1939 yılının Haziran`ının sonuna kadar Özel Yüce-Ülkü Lisesi`nde Edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, 19 Mayıs 1939 - 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi`nde Edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.Atsız, Boğaziçi Lisesi`nin Türkçe öğretmeni iken Orhun (1 Ekım 1943 - 1 Nisan 1944 , sayı 10-16, toplam 7 sayı) Dergisi`ni yeniden neşre başlamıştır.>/p>II. Dünya savaşı sıralarında yerli komünistler faaliyetlerini fevkalade artırdıkları halde, resmi makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, seyirci kalmayı tercih etmekte idiler.Atsız, ilgililerı ikaz için Orhun`un Mart 1944`de yayımlanan 15. sayısında, devrin başbakanı Şükrü Saraçoğlu`na hitaben bir "açık mektup" yayınlamıştır. Bu açık mektupta, komünistlerin artan faaliyetleri belirtilmekte idi. Orhun kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiren Atsız, Orhun`un kapatılmaması üzerine Nisan 1944`de yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettın Celal`ın komünist faaliyetlerini açıklayarak devrin Mıllı Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel`i istifaya çağırmıştır.Bu ikinci mektup yurt içinde büyük bir milli galeyana sebeb olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünızm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsız`a yurdun her köşesinden mektupların, telgrafların gelmesi Ankara`daki yetkilililerı tedirgin etmekte idi. Miliı Eğitim camiasındaki komünistler sebebı ile kendı partisinin mensupları tarafından dahi sığaya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk işi olarak Atsız`ın Boğaziçi Lisesi`ndekı Edebiyat öğretmenliği gorevine son vermiştir (7 Nisan 1944 ). Orhun Dergisi ıse Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmıştır.Atsız`ın ikinci mektubunda "vatan haini" dıye tavsif ettiği Sabahattin Ali`de kışkırtılarak Atsız aleyhıne hakaret davası açmaya zorlanmıştır.Atsız, aleyhine dava açılınca trenle Ankara`ya gitmiş ve Türkçü Gençler tarafından daha istasyonda karşılanarak, bir otelde misafir edilmiştir.Hakaret Davası`nın 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu gayet hadiseli geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de devrin Halk Partisi iktidarının ödünü patlatan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tevkif edilmiştir."Sabahattin Ali - Nihal Atsız davası" olmaktan ziyade "Komünıstliğe karşı Türkçülük davası" halini alan bu davanın 19 Mayıs 1944 törenlerınde cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde itham eden nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Nümaralı Sıkıyönetım Mahkemesi`nde yargılanmaya başlamışlardır. Aralarında Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Saik Gökyay, İsmet Tümtürk, Nejdet Sancar, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Said Bilğiç gibi ünıversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencilerinden ibaret sanıklar, sorguya çekme adı ile ilk önce çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. "Irkçılık-Turancılık davası" adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde nıhayetlenmiş ve Atsız 6.5 seneye mahküm olmuştur.Atsız bu kararı temyiz etmiş ve Askeri Yargıtay 1 Numaralı Sıkıyönetım Mahkemesi`nin kararini esasından bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekım 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetım Mahkemesi`nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası ( bu dava prof. Kenan Öner - Hasan Ali Yücel davası ile tanınmıştır) 31 Mart 1947 tarihinde nıhayetlenmiş ve 29 oturum devam eden mahkeme bütün sanıkların beraatine karar vermiştir.Nisan 1947`den Temmuz 1949`a kadar kendisine ış verilmeyen Atsız, Ekim 1945 - Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevi`nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan "Türkıye Asla Boyun Eğmeyecektir." adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahşın adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.Atsız`ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahşın Bangüoğlu Milli Eğitim Bakanı olunca, Atsız`ı 25 Temmüz 1949`da Süleymaniye Kütüphanesi`ne "uzman" olarak tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti`nin iktidara gelmesinden sonra Haydarpaşa Lisesi Edebiyat öğretmenliğine tayin olmuştur (21 Eylül 1950).4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesi`nde vermiş olduğu "Türkıye`nin Kurtuluşu" konulu bir konferans üzerine, Cumhuriyet Gazetesi Atsız`ın aleyhine yalan yayın yapmış, hakkında bakanlık tarafından tahkikat açılan Atsız`ın konuşmaşının ilmi olduğu tesbit edilmiş, fakat Atsız Haydarpaşa Lisesi`ndeki Edebiyat öğretmenliği görevinden "muvakkat" kaydı ile alınarak (13 Mayıs 1952) yine Süleymaniye Kütüphanesi`ndekı vazifesine tayin edilmiştir.31 Mayıs 1952 tarihinden emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphanesi`nde çalışan Atsız`ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphanedekı memuriyeti olmuştur.Adalet Partisi iktidarı zamanında Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde baş gösteren "yıkıcılık" ve "bölücülük" hareketleri hakkında, Atsız, ( Devrin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay`ı Gaziantep`e giderken bir kişinin "ıdareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık cumhurbaşkanı Sunay`ın "Türk topraklarında yaşayan herkes Türk`tür" demesi üzerine) Ötüken`in Nisan 1967`de yayınlanan 40. sayısından itibaren "Konuşmalar I" (sayı 40), "Konuşmalar II" (sayı 41), "Konuşmalar III" (sayı 43), "Kızıl kürtlerın yaygarası" (sayı 42), "Doğu mitinglerinde kürt devleti propagandası" (sayı 43), "Satılmışlar-Moskof Uşakları"(sayı 48), adlı seri makalelerinde kürtçü kömünistlerin Doğu Bölgelerimiz`de yaptıkları gizli çalışmaları açıklamış ve bu makaleler hakkında savcılıkça tahkikat açılmıştır. Savçılığın yaptığı ilk tahkikatta Atsız`a hiç bir şuç kondurulamamıştır. Ancak bu yazılar üzerine, Ankara`dakı kızıl teşekküller tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış kızıl bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisi`nin bir Diyarbakır senatörü, senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır.Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçer`in Adalet Bakanı olduğu sıralarda, bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilan edilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk Milleti`nin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, kömünistler ve anarşiştler mühakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dıkkati çeken Atsız mühakeme ediliyordu. Uzun duruşmalardan sonra mahkeme Ötüken`in sahibi Atsız`ı ve sorumlusu Mustafa Kayabek`i 15`er ay hapse mahkum etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1`lik ekseriyetle verilen bu karar temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuş, fakat aynı mahkeme 2-1`lik kararda ısrar edince Yargıtay hükmü tasdik etmiştir. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" isteğinde bulunmuşlar fakat bu iştekleri mahkemece kabul edilmemiş ve böylece mahkümiyet kararı kesinleşmiştir.Krönik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Numune Hastanesi`nde yatan Atsız`a Haydarpaşa Numune Hastanesi tarafından "cezaevine konulamayacağı" kaydı bulunan rapor verilmiş, fakat 4 aylık bir rapor adlı tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir" şeklinde değiştirilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız`ı evınden aldırarak Toptaşı Cezaevi`ne sevketmiştir. 40 kişilik adı suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevi`ne nakledilmiştir. Atsız, kesinleşen 1.5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsız`ın yazılarından, fikirlerinden, eserlerinden feyz alan milliyetçi ilim adamları, üniversite mensupları, gençlik teşekkülleri, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti , cumhurbaşkanına başvurup Atsız için af çıkarmasını istemiştir. Atsız Hoca, suç ışlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde , cumhurbaşkanı Fahri Korütürk yetkisini kullanarak Atsız`ın cezasını affetmiştir. 22 Ocak 1974 Salı günü öğleden sonra saat 17'de Bayrampaşa Cezaevi`nden tahliye edilen Atsız, 1.5 yıllık cezasının 2.5 ay kadarını cezaevinde geçirmiştir.Atsız hiç şüphesiz ki Türk Mıllıyetçiliği`nin Zıya Gökalp`ten sonrakı en büyük ismi olmuştur.Fikirleri ile yaşayışını telıf eden bir karaktere ve şahsiyete sahipti. İbnülemin Mahmut Kemal İnal`ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan" Atsız, ateşli ve keskin bir üsluba sahip olması yanında, hususi hayatında sakin, kibar, mülayim, nüktedan ve şakacı idi. Kendisinden kaç yaş küçük olursa olsun herkese "bey" diye hitap ederdi. Vakur davranışı ve tevazü içinde yaşayışı ile, dimdik başı ve sağlam karakteri ile Atsız Bey, Türk Tarihinin derinliklerinden kopup gelen bir "Türk Beyi" idi.Hayatı boyunca Atsız ile uğraşılmıştır. Her seferinde de uğraşanlar yenilmiştir. Mağlup olanların yerine yenilerı gelmiş, fakat ne Atsız`ı yıldırabilmişler ne de "ülkü" sünü yenebilmişlerdir.Atsız, hayatında bir defa, o da ölüme karşı, mağlup olmuştur. Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan Atsız, kuvvetlı bir Türkologdur. Türk dilini, tarihinı ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, bılhassa Türk Tarihinin Göktürk devrini adeta yaşamışcasına bilir ve severdi. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtlar (Bozkurtların ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor) adı ile romanlaştırmış ve Göktürkleri yeni nesile tanıtarak sevdirmiştir.Deli Kurt adlı romanı Osmanlı Tarihinin ilk devrelerini romanlaştırmıştı.Ruh Adam`dakı Selim Pusat`ın şahsiyetinde Atsız`ı görürüz.Neşredilmemış eserlerinin içerişinde "II. Mahmut`tan günümüze kadar ki Osmanlı Hanedanı Tarihi" nı zikredebiliriz.Hapısten çıkmasından vefatına kadar olan devrede hazırlamakta olduğu "Türk Tarihi" adlı eser üzerinde çalışıyordu. Küçük kardeşi Nejdet Sancar`ın ani ölümü Atsız için çok acı bir darbe olmuş ve Atsız, Sancar`ın ölümünden sonra ancak 10 ay kadar yaşayabilmiş, bu yüzden de üzerinde çalıştığı eserlerini bitirememiştir.1975`in Kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenilmiş, yapılan muayene ve testler sonucunda hasta olmadığı anlaşılmıştır.10 Aralık 1975 gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen dokoör enfarktüs olduğunu anlıyamamıştır. Ertesi akşam, Atsız`ı ziyaret eden yeni bir kriz, Atsız`ı mübarek Cuma gecesi aramızdan alıp götürmüştür( 11 Aralık 1975 ).Yarım asırdır hiç bir kuvvetin Türk Milliyetçiliği`nin burcundan indiremediği bayraklardan birincisi olan Atsız Bey`e Kurban Bayramı dolayısıyla ziyaret yapmak isteyenler, 13 aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı`nın ilk günü Kadıköy Osmanağa Camii`nde son vazifelerini ifa ettiler. Kılınan ikindi namazını müteakip Osmanağa Camii`nden Karacaahmet mezarlığında kardeşi Nejdet Sancar`ın yanına kadar, Türkiye`nin her yerinden gelen Türkçüler, O'nü eller üzerinde taşıdılar...Ruhu şad, mekanı cennet olsun.